27 Ağu 2020

Dr. Öğretim Üyesi Orhan ÇEKİÇ’in Kaleminden 30 Ağustos’un Günümüzdeki Anlamı

30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin 98.nci yıldönümünü büyük bir onurla kutlamaya hazırlandığımız mutlu günleri yaşıyoruz. Türk Ulusu bununla ne kadar övünse azdır. Zira o gün kazanılan, “sadece bir savaş”  olmaktan çok daha ötelerde bir anlam ifade etmektedir.  Bir kıyaslama olması açısından ifade etmek gerekirse, şu tespitler yapılabilir:

 Eğer bu savaşı kaybetseydik, bir yıllık hazırlıkla ancak teşkil edebildiğimiz elimizdeki tek orduyu kaybetmiş olacaktık ve düşman Ankara’ya girecekti, Yunan Orduları Başkomutanı Hacı Anesti, Mustafa Kemal Paşa’yı Ulus’taki meydanda veya TBMM’nin kapısının önünde asacaktı. Buna yemin etmişti. Ve ardından da Sevr uygulanacak, Anadolu parçalanacaktı.

Doğu’da bir Ermenistan, güneyinde bir Kürdistan kurulmuş olacaktı. Sultan Vahdettin ve avanesi İstanbul’da oturacaktı ama hiç şüphe yok ki İstanbul, bugünkü Berlin gibi, dört emperyalist devlet tarafından işgal edilmiş olacaktı. Padişahımız Efendimiz Sultan Vahdettin Han Hazretleri, işgalcilerin tam bir “müstemleke valisi” gibi, emir kulu bir yaşamı, onursuz ve haysiyetsiz bir şekilde, Halife-Sultan ünvanlıyla,   sürdürecekti. Karadeniz’de de Trabzon merkezli bir “Rum-Pontus” devleti zaman içinde mutlaka kurulacaktı. Zira bugün bile zaman zaman bu çatlak seslerin Yunan tarafından seslendirilmekte olduğuna tanık olmaktayız.

Türkler ise, Anadolu’nun ortasında 15-20 vilayete sıkıştırılacak, camilerde namaz, minarelerde ezan susacaktı. İstanbul’daki Hıristiyan teb’a, elbette her Pazar Ayasofya’da kutsanacaktı ama Sultanahmet başta olmak üzere tüm camilerimiz, mescitlerimiz sessizliğe bürünecekti.

Ortada Ne Fatih’in Ayasofya için kurduğu Vakfı kalacaktı, ne de Vakıf Senedi. Türk’ün izi de, sesi de Tarih sahnesinden silinecekti.

Oysa, Yunan kaybedince ne mi oldu? Gazi Mustafa Kemal’i TBMM kapısında asmaya and içmiş olan Yunan Başkomutan Hacı Anesti ve diğer komutanlar, hükümet üyeleri ve Başbakan Gunaris dahil, Anadolu’dan kaçmayı becerebilip, Atina’da darbe yapan Yunan askerleri tarafından  Selanik’te  kurşuna dizildiler.

Darbeyi yapan subaylar, kendi hükümet üyelerini ve komutanlarını ihtilal mahkemesine verip hesap sordular: “Anadolu’da ne işimiz vardı? Bizi böyle bir maceraya neden sürüklediniz? Yunan onurunu dünyanın gözü önünde rezil ettiniz?” diyerek.

Bu infazlardan General Trikopis ve diğer esir komutanlar kurtulmuştu.  Kurtarıcıları ise, yüce bir yürek sahibi Gazi Mustafa Kemal Paşa’ydı. Yunan Başkomutanı Hacı Anesti savaşı İzmir’de, bir yattan yönetiyordu, Gazi Mustafa Kemal ise, Dumlupınar’dan, en ön hattan, ateşin içinden…

O kadar ki, savaşın en sıcak anında Gazi Paşa,  sırtında 17 kilo yükle, elinde süngüsü, düşmanı kovalayan Mehmetçiği görünce kendini tutamayıp ortaya atlamış, yumrukları sıkılı, var gücüyle

  • Hacı Anesti, Hacı Anesti!… Gel de ordularını kurtar” diye bağırmıştı.

Mağlubiyetler ardı ardına gelince, Hacı Anesti görevden azledilmiş, yerine başkomutanlığa General Trikopis getirilmişti. Ama taarruz esnasında en güçlü yerlerinden öylesine vurmuştuk ki, birlikler arasındaki irtibat ve iletişim darmadağın olmuş, her türlü temas kesilmişti. Trikopis ve karargâhı Uşak’ta esir alındığında, kendisinin başkomutan olduğunu Gazi’den öğrenmişti.

Yunanistan’daki olayları duyan Mustafa Kemal Paşa, esir Yunan generallerini, Başkomutan Trikopis dâhil,  Yunanistan’a iade etmemiş,  onları önce Ankara’da,  sonra da Yozgat’ta,   kampta tutmuştu ve bu kişilere esir muamelesi de yapılmamıştı. Böylece onların hayatı kurtulmuştu. Oysa, bozgun halinde kaçan Yunan askerinin, bu kaçış halindeyken yakıp yıktıkları köyler ve halka yaptıkları zulüm, İngiliz müşahit subayları tarafından bile ileride tespit edilecek, bu konu Lozan’da da gündeme, “Yunanistan’ın ödeyeceği Harp Tazminatı” olarak getirilecekti.

Biz onlara nasıl davranıyorduk, oysa onlar ne yapıyorlardı.

Yunanistan ekonomisi o kadar kötü bir duruma düşmüştü ki, Yunanistan’ın bu tazminatı ödeyemeyeceği açıktı. Bu nedenle, tazminat karşılığı olarak “para” yerine, toprak almayı tercih ettik ve Edirne’nin Karaağaç’ı böylece topraklarımıza katıldı.

30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin zaferle sonuçlanmasının bir diğer olağanüstü sonucu, bu kez,  İngiltere’de de hükümetin devrilmesi olmuştur.  Birinci Dünya Savaşı’nda, galip cephede Müttefiklerin kaptanı rolünü oynayan İngiltere’ de halk, İngiliz desteğindeki Yunanistan’ın böylesine hezimete uğramasını kabul edilemez olarak değerlendirmiş,  bunun aynı zamanda İngiltere’nin de ağır bir mağlubiyeti olduğu gerçeğini idrak ederek, hükümetin istifa etmesi yönünde ağır ve ısrarcı bir baskı uygulama yoluna gitmiştir.

Nitekim daha fazla direnemeyen Başbakan Lloyd George, İşçi Partisi’nin hesap sorması üzerine, bu mağlubiyetten İngiltere olarak kendi payına düşen sorumluluğu kabul edip Parlamento’ya istifasını sunarken yaptığı konuşmada ; “…Yüzyıllar nadiren dâhi yetiştirirler. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. Yüzyılda bu dâhi, Türkiye’den çıktı. Mustafa Kemal’i yenemedik…” diyerek bir gerçeği sadece kendi parlamentosunda değil, tüm dünyanın önünde itiraf etmiştir.

Ne yazık ki bu itirafı İngiliz kamuoyu anlamıştır da, Türkiye’de bazı çevreler hâlâ anlamamakta büyük bir ısrar göstermektedirler. Acı olan budur.

Bu savaşın sonunda gelen zaferin en önemli neticesi, doğal olarak Sevr’e giden yolu tıkamış ve aksine Lozan yolunu açmış olmasıdır.  Böylece emperyalist Batı’nın Anadolu topraklarında kurmayı planladığı birer kukla devlet, Kürdistan ve Ermenistan hayali,  binlerce şehidin kanı pahasına, tarihin karanlığına ebediyen gömülmüştür.

Süngüyle çizdiğimiz sınırlarımız içindeki bugünkü birliğimizin bedeli işte o günkü şehitlerimizin kanı; gazilerimizin gayreti, vatan sevgisi, iman gücü; milletimizin bağımsızlık aşkıdır.
Bu savaşın sonunda gelinen noktada, Türk ulusunu temsil eden yegâne hükümetin Ankara Hükümeti olduğu gerçeğinin sonucu olarak İstanbul Hükümeti istifa etmek zorunda kalıp çekilecek, saltanat kaldırılacak ve Lozan’da tam bağımsız, egemen Türk Devleti’nin temelleri tüm dünyanın tanıklığında atılacak, arkasından Türkiye Cumhuriyeti kurulacaktır. Bütün bu gelişmelerin kaynağı, işte bu Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’dır.

Ne kadar gururlansak yeridir.

EVET EY TÜRK GENÇLİĞİ TARİHİNİ BİL Kİ GELECEĞİN AYDINLIK VE HERTÜRLÜ ZAFERLE DOLU OLSUN.