Dr. Öğr. Üyesi Orhan Çekiç Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılmasının Yıldönümünde Bir Yazı Kaleme Aldı
Atatürk İlke ve İnkılapları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürümüz ve Hukuk Fakültesi Öğretim Üyemiz Dr. Orhan ÇEKİÇ‘in Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılmasının yıldönümünde kaleme aldığı yazının tamamını aşağıda paylaşıyoruz.
Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Meselesi
Bilindiği gibi, Atatürk Devrimi’nin temel amacı, “çağdaş bir devlet” kurmaktır. Lider ve kadrosu böyle bir karara varmışsa, çağdışı olan tüm kurumların kısa sürede kaldırılacağı zaten bellidir, zira hiçbir devrim, kendine ayak bağı olacak kurumlarla hedefine varamaz.
Konuya açıklık getirmek adına meseleye biraz daha yakından bakalım:
Atatürkçü Düşünce Sistemi’nde çağdaşlık, üç alanda kendini gösterir: 1. Çağdaş Devlet, 2. Çağdaş Uygarlık, 3. Çağdaş Toplum.
Konuyu desteklemek adına, Atatürk’ün çeşitli demeçlerinden pek çok örnek verilebilir:
1927’de Büyük Nutku bitirirken yaptığı özette: “Bu sözlerimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.” diyor.
10.ncu Yıl Nutkunda, “Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız” görüşünün altını çiziyor, ana amacın “çağdaşlık” olduğunu, ısrarla vurguluyor.
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Lindsay’ın 1925’te hükümetine gönderdiği rapor da bunu kanıtlamaktadır:
“Çağdaşlaşma, genç Türkiye Cumhuriyeti politikasının yüreği ve ruhudur; ulusçuluk ve laiklik de el ulakları Ülküleri gerçekçi olmayabilir ama inançları sağlam ve derindir. Programlarının çağdaşlaşma bölümünde gözleri Japon örneğindedir. Yalnız buharı, petrolü, elektriği değil, tepeden tırnağa tüm yasaları, yönetimi ve sosyal kurumları yenilemek azmindeler.”
İngiltere’nin Ankara’daki büyükelçisi, Türkiye hakkında kendi hükümetine böyle bir rapor göndermekte, Atatürk’ün, diğerlerinin yanında tepeden tırnağa tüm yasaları, yönetimi ve sosyal kurumları yenilemek azminde olduğunu, çok doğru bir tespitle ülkesine bildirmektedir.
Şimdi bu çerçeveden Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması konusuna gelebiliriz:
Genç Türkiye Cumhuriyeti açısından yaşamsal önemde olan ve Lozan’dan itibaren üzerinde dikkatle durulan Musul-Kerkük meselesine ilişkin müzakerelerin sürdüğü esnada, İngilizlerin desteğiyle ayaklanan Şeyh Sait’in, bu ayaklanmaya “gerekçe” olarak uydurduğu nedenler arasında, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması meselesi de vardı. Oysa bu isyanın asıl hedefinin şeriatı geri getirmek ve bir Kürt devleti kurmak olduğu açıktı.
Peki, bu kurumların kapatılması konusu nasıl gündeme geldi?
İslam dininin tapınma kuralları, İslam dünyasında zaman içinde farklı biçimlerde yorumlanmış, her bir biçim, gene Allah’a giden bir yol, yani bir “tarik” olarak ortaya çıkmış, böylece pek çok tarikat türemiştir. İşte bu tarikat üyelerinin kendi aralarında toplanacakları ve birlikte ibadet edecekleri yerlere “tekke” denilmişti. Tekkelerin küçüklerine de “hücre”, “küçük oda” anlamına “zaviye” denilmişti.
Başlangıçta, son derecede muhafazakâr olan, bu nedenle hiçbir değişikliğe olumlu bakmayan, dinsel kurallara sıkı sıkıya bağlı “medreseliler” karşısında, Tekkeler ve Zaviyeler, gelişimden yana, açık görüşten ve tartışmadan yana bir duruş sergilemişlerdi. Buralarda bir “Tekke Edebiyatı” denen yazın türü ortaya çıkmıştı ve Tekkeler bir anlamda resim, müzik, şiir gibi sanat dallarında eğitim veren kurumlar haline gelmişlerdi.
Ancak zamanla bu kurumlar bu işlevlerini yitirdiler. Bir çok imtiyaza sahip oldukları için, devlete vergi vermek istemeyenlerin, askerlikten kaçanların, işsiz güçsüzlerin, miskinlerin sığınağı haline geldiler. Osmanlı Devleti bu kurumlara bir disiplin getirmek üzere, 1918 yılında yeni bir tüzük yayımladı ve bu tüzükte tekkeler yeniden tanımlandı, şeyh ve dervişlerin nasıl davranmaları gerektiği konusuna yeniden açıklık getirildi. Belli ki tekkeler saygınlıklarından çok uzaklaşmışlardı.
Kurtuluş Savaşı esnasında, ılımlı tarikatlara mensup tekke ve zaviyelerin bir kısmı ulusal direnişin yanında yer alırken, Nakşibendi ve benzeri köktendinci şeyhlere bağlı tarikat üyelerinin, saltanat ve hilafet yanlısı bir tutum içinde oldukları görüldü. Bu kesimin, Cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılması üzerine “din elden gidiyor!” yaklaşımıyla bu büyük değişime karşı çıktıkları görüldü. 3 Mart 1924’de Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kaldırılmış ve tüm tekke ve zaviyeler yeni kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlanmışlardı. Şeyh Sait isyanı baş gösterip de, yakalanan suçlular yargılanmaya başlayınca, bu tür tekkelerin, ayaklanmanın merkezi haline geldikleri, ifadelerden anlaşıldı. Yapılan yargılamalar bir başka dehşeti daha ortaya koymuştu: Bu bölgedeki Tekke şeyhlerinin kendilerini cahil halka “Allah” gibi gösterdikleri, gene ifadelerden anlaşılmıştı. Kurulan İstiklal Mahkemesi, 28 Haziran 1925’te bu bölgedeki tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verdi.
2 Eylül 1925’te ise hükümet, tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına ve din görevlilerinin kıyafetlerine ilişkin bir kararname yayımladı. Daha sonra TBMM’nin 30 Kasım 1925 günkü oturumunda, bu kararnamedeki maddeler aynen kanunlaştı. Böylece bütün tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, naiplik, halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılık, muskacılık gibi san ve sıfatların kullanılması yasaklanmıştı. Bu yasaklara uymayanların cezası 3 aydan az olmamak üzere hapis ve 50 liradan az olmamak üzere para cezasıydı. 1 Mart 1950 gün ve 5566 sayılı yasa ile Türk büyüklerine ait olan ya da büyük sanat değeri olan türbelerin açılmasına karar verilerek, Osmanlı padişahlarının türbeleriyle, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Barbaros, Mimar Sinan ve benzeri Türk büyüklerinin türbeleri açılmıştır.