Sevgililer Gününüz Kutlu Osun
Sonlu – Sonsuz Oluşu: AŞK Oyununu Değiştiren Nitelik
“Gerçek Aşk, genelin üzerinde küçük parçanın, koşullunun üzerinde koşulsuzun bütüncül bir zaferidir,” diyor Naseem Nicholas Taleb.
Biz hepimiz bilim insanları gibi, içimizdeki aşkı anlamlandırmaya çalışmaktayız. Yaşamımız, bir panayır yerinde uçan vagonların üzerinde farklı hızlarda yuvarlanıp giden şeyler arasında geçiyor. İşte, aşk’ta onlardan biri… Aşkın tanımları, tercih ettiğimiz gibi siyah/beyaz değil; belirsiz bir gri tonda ve bulanık. Aşk hakkındaki düşüncemizin sınırları çoğunlukla geçirgen ve durmadan değişen bir hayal; sınırdan ziyade ufuk çizgisi gibi. Bu gezegende yedi milyarın üzerinde “ben” varken, ve her birimiz de aşkın anlamı konusunda kendi eşsiz psiko-fizyolojik algılamamıza sahipken, en büyük insan yanılgımızın tüm evrenin o “bana” özgü aşk tanımına uygun davranması talebimiz olduğunu anlamalıyız.
Sanki bir adam gezegene “dur” diyor, “dinle beni” ki ben aşkımın tanımını gerçekleştirerek aşkımdan emin olayım. Ama evren böyle tasarlanmamış! Senin sonlu tanımına tıkıştırılacak gibi değil.
David Deutsch diyor ki, “Sonsuzu reddedersen, sonluyla yetinmek zorunda kalırsın ki, sonlu olan yabanidir, yavandır.
Her ne olursa olsun en iyi açıklama neticede evrensele ulaşabilendedir, ve böylece sonsuza ulaşabilen! Açıklamaların boyutu geçici olanla kısıtlanamaz.”
Ve böylece, aşk konusundaki açıklamalar da zamanla bağlı olanla kısıtlanmamalıdır. Öyle durumlarda, başkalarının yanlış algıları ve beklentileri hakimiyeti ele geçirmiş olur.
Bu yazıda aşk oyununa yeni bir bakış sunulmakta – bazen çatışan ve bazen uyuşan sonlu ve sonsuz zihinsel kavramsallaşma algısıyla. Yaşam oyununda olduğu gibi aşk oyununda da bazen geniş akıl perspektifinden bakarız (resmin büyüğünü görürüz), ve bazen de küçük akıl perspektifinden bakarız (resmin küçük bir ayrıntısını görürüz). Aşka, ilk resimdeki konumdan yaklaşırsak, sonsuz aşk kahramanı rolünü üstlenmişizdir. Aşka, ikinci resimdeki konumdan yaklaşırsak ise, sonlu aşk kahramanı rolünü üstlenmiş oluruz. Biz hepimiz, değişik derecelerde, bu iki ekstrem uç arasında gider geliriz. Ve hiç de kötü bir şey değildir bu! Mükemmelleştirmeye her zaman ihtiyaç vardır, ve iki uçtan da öğrenilecek çok dersler çıkabilir.
Shakespeare’in dediği gibi: “Gerçek aşkın yolu hiçbir zaman engebesiz olmamıştır.”
Sonlu ve Sonsuz Aşıklar, “İçimizin derinliklerinde öyle bir öz-sevgisizlik vardır ki bu nefret bizim içinde yaşadığımız “an”ı dolu dolu yaşamamıza, hayatın her yönüyle tadını çıkarmamıza engel olur. Dehşet verici bir uyanışla o böcek-gibi özümüz kesilip açılmadıkça, gerçek sevgiyi iki yönlü de, seven ve sevilen olarak tadamayız. Bu noktaya ulaşmadan önce, yaşamın ne anlama gelmesi gerektiğini bilemeyiz. Mark Booth Gertrude Stein aşkı şöyle açıkladı: “İç yaşamı paylaşma için gereken hünerli üstlenme, cesaret.” Gerçekten de, aşk hem gerçek hem de aldatmaca. Onun esrarengiz sahtekarlığı ve insanı göklere uçuran sarsıntısı, onun temelde yatan özünün bir parçasıdır, ve kendisini bu tür bir süreç içinde taşıyıp götürmüyorsa, zaten aşk değildir o.
Victor Hugo’nun söylediği gibi, Aşk ne kadar çok mantık dışıysa o kadar çok güçlüdür.
“İç yaşamı” başkalarıyla paylaşmaktan önce insan başlangıçta kendi iç yaşamıyla yüzleşebilmeli, kaynaşabilmelidir. İnsan önce mantık dışı aşklarına bir neden (onca anlamsızlığı içinde bir anlam) keşfetmelidir. O bağımlılık sendromunu çözmek bunun bir yoludur; fakat bir başka yolu, kahramanların gücünden yararlanmaktadır. Aynen James P. Carse’ın, onun Sonlu ve Sonsuz Oyuncuları kavramıyla yaptığı gibi.