12 Mar 2016

Türkiyenin Yükselen Kadınları Paneli

7 Mart 2016 Pazartesi günü, İstanbul Gedik Üniversitesi bünyesinde “Dünya Kadınlar Günü” ne yönelik olarak, yöneticiliğini Yrd. Doç. Dr. Aylin Ünver Noi’nin yaptığı “Türkiye’nin Yükselen Kadınları” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Doç. Dr. Melin Molla ve rektörlük sanat danışmanı Yrd. Doç. Dr. Nihan Atalay’ın piyano ve flüt eşliğinde gerçekleştirdiği müzik ziyafetiyle başlayan panel İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Uluslararası Ticaret ve Finans bölümü başkanı, Prof. Dr. Metin Orhan Kutal’ın kadınların iş dünyasındaki öneminden bahsettiği ufuk açıcı ilk konuşma ile devam etti.

Etkinlikte üçüncü konuşmacı olan, Gedik Holding kaynak satış uzmanı, Hülya Eröz “Kaynak Sektöründe Kadın Olmak” başlığını taşıyan konuşmasıyla, mesleğinde karşılaştığı zorluklardan ve bunları nasıl aştığından bahsedip bu alandaki deneyimlerini paylaştı.

En genç konuşmacı, Selin Noi ise “Türkiye’nin Yükselecek Kadın Adayı” olarak, kadınların tarihsel süreçte kazandığı siyasal haklara değindi.

Panelin sonunda İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğrencileri, sahnede aralarında Semiha Berksoy, Afife Jale, Prenses Zeyneb Halit, Halit Çambel ve Leman Tomsu gibi mesleğindeki ilk Türk kadınlarını canlandırdı.

İstanbul Gedik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Berrak Kurtuluş ise Kadınlar Günü dolayısıyla yayınladığı mesajında “Kültürümüzde “Hanım” olarak yani evin “Han’ı” olarak isimlendirilen annelerimizin şiddet ve taciz ile yüz yüze kaldiğini görmek acıdır. Bu olayların önlenmesi ve ülkemizde kadınların hak ettikleri yere ulaşabilmeleri; ailelerin ve onların eğitiminden geçer. Özgüvenlerini kazanabilmeleri, hemen her alanda görevler alabilmeleri icin “rol modeller” ile tanıştırılmaları da çok önemlidir. Bu anlamlı ve büyük günde tüm kadınlarımızı kutlarken, onlarin eğitimleri için el ele vermemiz gerektiğini” vurguladı.

http://www.ekonomidunya.com/turkiye-nin-yukselen-kadinlari/4411

 

Prof. Dr. Metin Orhan KUTAL’ın Konuşma Matni

İŞ HAYATINDA KADIN

Kadının iş hayatındaki konumunu incelerken bu kişinin emeğini sunarak bağımlı çalışması ile işinin sahibi yada iş yerinde yönetici olarak çalışmasını dikkate alarak bir ayrım yapmanın yararlı olacağını düşünmekteyim.

Kadın çalışanın yöneticilik statüsündeki yeri

Gerek kamu kesiminde, gerek özel sektörün hemen tüm çalışma alanlarında kadın işgücünün üst kademelere kadar yükselebilmesi ülkemizde ciddi bir sorun olarak devam etmektedir.

Kuşkusuz bu alanda ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınmışlık düzeyi; toplumun değer yargılarındaki yetersizlikler etkili olmaktadır. Önemli gelişmeler kaydedilmesine karşın ülkemizde sırf cinsiyet farkı nedeniyle kadın işgücünün yöneticilik alanında erkek işgücüne eşit bir konuma geldiğini söylemek oldukça güçtür. Bu konuda önemli bir gösterge olan kadınların birçok ülke parlamentosunda erkeklerle aynı olanda temsil edilmediğini hatırlamak yeterlidir. Türkiye’de de durum farklı değildir.

Bağımlı çalışan kadın işgücünün korunması

Kadınların özellikle sanayi kesiminde bağımlı çalışmaları, hem çalışan kadınlar, hem de tüm toplum sağlığı açısından özel bir önem taşımaktadır. 19.yy’ın ortalarına kadar kadınların sanayinin en ağır ve tehlikeli işlerinde çalıştırılmasının olumsuz sonuçları ortaya çıkmakta gecikmemiştir. Örneğin maden ocaklarında çalışan kadınların hem kendilerinin, hem de doğan çocuklarının sağlıksız olduğu anlaşılmıştır. Devletin yasalarla iş ilişkilerine çalışanlar lehine müdahalesinde çocuk işçilerin ve kadınların durumu çok etkili olmuş sonuçta genç bir hukuk dalı olan iş hukukunun temelleri atılmıştır. Önceleri sadece sanayide korunan kadın ve çocuklar, günümüzde tüm kesimlerde ve işkollarında özel olarak korunmaktadır.

Türk iş ve sosyal güvenlik hukukunda kadın işçilerin korunması

Türk hukukunda kadın haklarının cumhuriyetin bir eseri olduğu kuşkusuzdur. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanunda tek eşliliğin benimsenmesi, seçme ve seçilme haklarının birçok gelişmiş Avrupa ülkesinden önce Türk kadınına tanınması genç cumhuriyetin kuruluş felsefesi ile ilgili devrim niteliğinde atılımlardır.

1936 yılında kabul edilen ilk iş yasasında henüz bir yıl önce (1935) Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) “yeraltı işlerinde kadın işgücü çalıştırma yasağının” yer alması kuşkusuz yeni siyasal rejimin dünya görüşünü yansıtmaktadır.

Şu sırada yürürlükte bulunan 4.iş yasasında ve sosyal güvenlik mevzuatında kadın işçileri koruyan hükümler aşağı yukarı çağdaş ülkelerdekilerle benzerlik arz etmektedir.

Bu düzenlemeleri kadın işgücünü genelde koruyan hükümler ile kadının analık fonksiyonu sırasında korunmasına ilişkin hükümler olarak ele almak mümkündür. Bunların ayrıntılarına girmek, bu toplantıda bize ayrılan süre bakımından elbette mümkün değildir. Ancak ILO’nun kadın işgücüne ilişkin uluslararası sözleşmelerinin TC tarafından da onaylandığını ve ulusal mevzuata geçirildiğini söylemek mümkündür. Bir örnek vermek gerekirse ILO’nun 100 sayılı “eşit değerde işe eşit ücret” sözleşmesi kadın işgücü açısından özel bir önem taşımaktadır. Çalışanlar arasında cinsiyete dayalı bir ayrımcılık yapılamayacağına ilişkin hükümler yıllardan beri Türk iş hukukunda yer almaktadır. Örneğin her yıl belirlenen asgari ücretler kadın ve erkek işçilere eşit biçimde uygulanmaktadır.

Ülkemizde kadın işgücünün korunmasında bazı sorunlar

İş ve sosyal güvenlik hukukunda Türk mevzuatının gerek ILO normlarına, gerek AB standartlarına genellikle uyum sağladığına işaret ettikten sonra, ülkemizde bağımlı olarak çalışan kadınların sorunlarının olmadığı sonucuna varılmamalıdır. Daha çok uygulamada karşılaşılan sorunlardan bazıları şunlardır.

1)Kayıt dışı ekonomide cinsiyete dayalı ayrımcılık

Türk ekonomisinde maalesef önemli bir yere sahip olan kayıt dışı kesimde iş hukukumuzun kadın işgücünü koruyan hükümleri büyük ölçüde uygulanmamaktadır. Kadın işçilerin işe alınırken birçok işyerinde tercih edilmemesi, hamileliği nedeniyle işine son verilmesi, erkek işçilere göre daha düşük ücretlerle yada sigortasız çalıştırılması gibi uygulamalar, yasalara açıkça aykırı olmasına karşın, devam etmektedir. Kayıt dışılıkla ciddi ve sistematik bir mücadele verilmedikçe bu gibi yasa dışı uygulamaların önlenmesinin güç olacağı kanısındayız.

2)Çalışan annelerin çocuklarının bakım sorunu

Çalışan kadının doğum sonrası istirahat süreleri, Sosyal Güvenlik Kurumuna yada işverene karşı hakları yasalarla düzenlenmiştir. Ayrıca kadın işçinin bebeğini emzirmesi (süt izni-emzirme odaları) ve okul öncesi bakım (kreş) gibi konular İş Kanunumuzda yada yönetmeliklerde düzenlenmiştir. Örneğin ilgili yönetmeliğe göre medeni durumu ne olursa olsun kadın işçi sayısı 100 veya daha çok olan işyerlerinde emzirme odalarının; 150 veya daha çok kadın çalıştıran işyerlerinde çocuk bakım yurdu (kreş) açma zorunluluğu vardır. Bu düzenlemelerin yetersiz olması bir yana uygulanmasında da ciddi sorunlar vardır. Bu konuda yerel yönetimler de duyarlılık göstererek çalışan annelerin sorunlarını çözme konusunda yeterli girişimlerde bulunmamaktadırlar. Sonuçta çalışan annenin çocuğu ya yaşlı bir aile büyüğüne ya da eğitimsiz bir kadının insafına terk edilmektedir.

3)Cinsel taciz ve mobing

Ülkemizde kadınların toplam işgücü içindeki oranının yetersiz kalmasının nedenlerinden biri de kadınlara yönelik cinsel taciz ve psikolojik bezdirme (yıldırma-mobing) olaylarıdır. Son yıllarda her iki taciz türü yasalarda açıkça yasaklanmış ve yaptırımlara bağlanmıştır. Ancak uygulamada durum oldukça farklıdır. Toplumsal davranış biçiminde kadının hala cinsel bir obje olarak görülmesi yasal düzenlemeleri etkisiz bırakmaktadır. Kadınlara karşı işlenen cinayetlerin her gün medyada yer alması çalışan kadınların içinde bulundukları elverişsiz ortamı açıkça kanıtlamaktadır.

4)Kadın işgücünün aile içine itilmesi politikaları

Kadın işgücünün çalışma hayatında özel olarak korunmaya ihtiyacı olduğunu konuşmamın başında vurgulamaya çalıştım. Ancak bu koruyucu önlemlerin normal düzeyi aşması durumunda kadın işgücünün istihdamında sorunlar yaratmakta, istihdamın azalmasına neden olmaktadır. Bu konuda üretim teknolojisindeki gelişmelerin de rolü vardır. Örneğin şehir içi ulaştırma hizmetlerindeki büyük otobüsler birçok batı ülkesinde kadın şöförler tarafından rahatlıkla kullanılabilmektedir. Bu nedenle İsveç gibi ekonomik ve sosyal açıdan gelişmiş ülkeler ILO’nun kadın işgücünü koruyan onayladıkları bazı sözleşmeleri yenilememe yoluna gitmektedirler. Bu sürecin kadın işgücünü korumasız bırakma anlamına gelmediğini özellikle belirtmeliyim.

Önemli olan bir kısım otoriter rejimlerin kadınları iş piyasasından uzaklaştırarak aile içine itme politikalarında kadınları koruyan hükümlerde aşırıya kaçmalarıdır. Bunların amacı kuşkusuz kadın işgücünü korumaktan çok, onları iş piyasasından uzaklaştırmaktır. Halbuki çağdaş iktisat bilimi, ülkenin kalkınmasında kadın işgücünün kesinlikle devreye girmesinin gerekli olduğunu kabul etmekte ve Türkiye’nin bu konuda yetersiz ülkeler arasında yer aldığını göstermektedir.